Osmanlı'da Hukuksal Yapı
İslâm hukuku anayasa idare ve malî hukuk gibi hususlarda çerçeve hükümler getirmekle yetinmiş ayrıntıya girmemiştir. Bunun çeşitli tarihî siyâsî ve hukukî sebepleri vardır. İslâmı bir hukuk sistemi olarak da benimseyen Osmanlı Devletinde de sultanlar bu çerçeve hükümleri esas alarak kendilerine tanınan sınırlı yasama yetkilerini kullanmışlardır. Kanunnâme ferman adaletnâme yasaknâme gibi isimlerle anılan bu düzenlemelere fıkıh kitaplarındaki hükümlerle karışmaması için örfî hukuk ismi verilmiştir. Buna göre fıkıh kitaplarında yer alan hükümlere şer’î hukuk devlet başkanının fermanları ile oluşan hükümler topluluğuna da örfî hukuk denmiştir. Her iki hukuk birden de Osmanlı hukukunu oluşturmaktadır.
Belirtmek gerekir ki bu ayrım örfî hukukun şer’î olmadığı anlamına gelmemektedir. Bilakis şer’î hukuk yukarıda da izah edildiği üzere niteliği itibariyle örfî hukukun oluşmasına izin vermiş bulunmaktadır. Ayrıca şer’î ve örfî hukuk birbirinden tamamen bağımsız iki hukuk sistemi de değildir. Başka bir ifade ile örfî hukuk şer’î hukuka bağlı olarak gelişen hükümler topluluğundan ibarettir. Çünkü örfî hukuk şer’î hukuk tarafından ülül-emr’e tanınan sınırlı yasama yetkisi kullanılarak oluşturulan hukuktur. Zaten diğer kaynaklar yanında örfî hukukun temel kaynağını oluşturan örf ve adet ile amme maslahatı şer’î hukukun kaynakları arasında yer almaktadır.
Şer’î ve örfî hukukun düzenledikleri alanları da kesin bir çizgi ile birbirinden ayırt etmek mümkün değildir. Çünkü şer’î ve örfî hukuk tamamen farklı alanları düzenleyen ayrı hukuk sistemleri olmayıp çok defa şekil ve muhteva açısından yanyana bulunmaktadırlar. Meselâ devlet başkanının mevcut şer’î hükümleri tedvin etmesi örfî hukuk olarak nitelendirilmektedir. Böyle bir durumda meydana getirilen hükümler şer’î onlara verilen şekil ise örfî hukuk olarak isimlendirilir. Şer’î hukukun herhangi bir hüküm vaz’ etmediği ve kanunlaştırılmasını tamamen zamanın devlet başkanına bıraktığı hususlarda ise daha rahat bir ayrım yapılabileceği söylenebilir. Ancak bu ayrımın belirli hukuk dallarından ziyade her hukuk dalındaki hükümler nazara alınarak yapılması daha sağlıklı bir netice verir. Çünkü şer’î hukuk belirli alanları tanzim ederek diğer alanları tamamen boş bırakmış değildir. Az veya çok genel-özel hüküm şeklinde mutlaka bir kısım hükümler vaz’ etmiştir. Ancak her hukuk dalında ilişkin hükümlerin yüzdesi farklıdır. Mâlî hukukta ve ceza hukukunun tazir suç ve cezalarında örfî hukuk oranı yüzde doksanlara varırken borçlar ve aile hukuku alanında bu oran yüzde birlere kadar inmektedir.
Osmanlı devletinde suç ve cezalar had kısas ve ta’zir olmak üzere üç kısma ayrılıyordu. Bunlardan had ve kısas fıkıh kitaplarında yer alıyor ta’zir suç ve cezaları ise kanunnamelerle düzenleniyordu. Hatta Osmanlı kanunnamelerinde en çok yer verilen hususun ta’zir suç ve cezaları olduğu söylenebilir. Tanzimat Fermanından sonra 1840 ve 1851 tarihli Ceza Kanunnameleri hazırlanmıştır. Söz konusu tamamen Fransız kanunlarından tercümedir. Ta’zir suç ve cezaları ile ilgili olduğu için yine de şer’î hukukun dışına çıkıldığı söylenemez. Bu kanunnamenin ilanından sonra ülkenin her vilayetinde oluşturulan meclislere bağlı sorgu hakimleri aracılığı ile zanlıların sorgusu yapılarak işkence ile suçu itiraf ettirme gibi metotlar tamamen yasaklanmıştır.
Osmanlı Devleti'nde kapsamlı şekilde kanunları düzenleme çalışmaları Fatih Sultan Mehmet zamanında gerçekleştirilmiştir. Fatih, merkezî otoriteyi kuvvetli tutmak için devlet teşkilatında ve mevcut kanunlarda yenilikler yaparak örfi hukuku ön plana çıkarmıştır. Bu kanunlar olgunlaştırılmış, yukarıdaki metinde görüldüğü üzere sonraki dönemlerde yaygın şekilde uygulanmıştır. Böylelikle Osmanlı kanunları, kendine has özellikleriyle yerleşip süreklilik kazanmıştır.
Kanunnameler, daha düzenli bir yargı mekanizması oluşturmak amacıyla şeyhülislamın fetvasına dayandırılırdı. Divan görüşmeleri sonucunda hazırlanan ve nişancılar tarafından kaleme alınan kanunlar sadrazam başkanlığındaki divan üyeleri tarafından padişaha arz edilirdi. Padişahın onayladığı kanunlar nişancı tarafından "mühimme defteri"ne kaydedilirdi. Padişahın tuğrasının çekilmesinden sonra resmiyet kazanan ferman, hüküm, kanunname vb. uygulanmak üzere ait olduğu beylerbeyi, sancakbeyi veya kadılara gönderilir, böylece yürürlüğe girerdi.
Osmanlı kanunnameleri düzenlenişi, içeriği, uygulama alanı vb. özelliklerine göre farklılıklar arz eder. Kanunnamelerin çeşitliliği ve yasal düzenlemelerin çokluğu Osmanlı hukuk sisteminin gelişmişliğini göstermektedir.
1. UMUMİ KANUNNAMELER
A) Kanunname-i Âli Osmani :Ceza, tımar nizamı, sipahi, reaya, mali vergiler vb. konulara
ait hükümleri içermektedir. Fatih Döneminde başlayan bu kanunnameler Tanzimat Dönemine kadar yürürlükte kalmıştır.
B) Teşkilat Kanunnameleri: Devletin idare organları, protokol esasları, padişahlara ait merasimler ile devlet memurlarının idari suçları ve unvanlarına ait hükümleri içermektedir.
2. HUSUSİ KANUNNAMELER
A) özel Askerî Gruplara Ait Kanunnameler Kapıkulu, eyalet askerleri, donanma ve yardımcı kuvvetlerle ilgilidir.
B) İktisadi Gruplara Ait Özel Kanunnameler Madenci, pazar yerleri, çiftçilere ve esnaflara yönelik hazırlanmıştır.
C) Sosyal Gruplara Ait Hususi Kanunnameler Savaş esiri olarak alınıp sonra da "haslarda istihdam edilen ve ilmiye sınıfı ile ilgili kanunnameler bu gruba girmektedir.
3. FERMAN, BERAT VE YASAKNAME TARZINDAKİ KANUN HÜKÜMLERİ
A) Fermanlar Padişahın herhangi bir konuda tuğra veya nişanını taşıyan yazılı emridir.
B) Beratlar Osmanlı Devleti'nde bir göreve atanan, aylık bağlanan; san, nişan veya ayrıcalık verilen kimseler için çıkarılan padişah buyruğudur.
C) Yasaknameler İdari, askerî ve mali konularla ilgili kuralların çiğnenmesi hâlinde uygulanacak cezaları ihtiva etmektedir. Yasaknameler, madenler ve tuzlaların işletmeleri, para dolaşımı, gümrüklerin düzeniyle de ilgilidir.
4. SANCAK KANUNNAMELERİ
Kanunname-i Âli Osmani'ye ait hükümlerin eyalet ve sancaklara uyarlanmış hâlidir. Her bir sancağın özel durumu ve yerel şartları dikkate alınır, örneğin toprak vergisi, arazinin verimlilik durumuna göre "onda birden sıfıra kadar derecelendirilerek" alınır.
5. MİRÎ ARAZİ VE TIMAR NİZAMINA AİT KANUNLAR
Devlet hazinesi (mirî)ne ait arazinin kullanımı ve niteliğiyle ilgili bütün hükümler bu kanunlarla düzenlenir.
6. ADALETNAMELER
Devlet memurlarının görevlerini kötüye kullanmaları ve kanunlara aykırı hareket etmeleri durumunda, halkı zulme karşı korumak amacıyla yayınlanmıştır. Kadı, beylerbeyi ve sancak beylerine hitaben yazılan adaletnamelerin halka duyurulması şarttır.
a. Osmanlı Devletinde Hukuki Yapı
Osmanlı Devleti'nde, devletin ve toplumun var olabilmesi "adalet" kavramıyla eş değer tutulmuştur. Adalete büyük önem veren Osmanlı Devleti bunu gerçekleştirmek için ilk dönemden itibaren adli teşkilatını kurmuştur. Osman Bey'in ilk tayin ettiği iki memurdan birisi kadıdır. Kadıları yetiştirecek bir kurum henüz mevcut olmadığından, ilk Osmanlı kadıları, Iran, Suriye, Mısır ve Anadolu beyliklerinden getirilmiştir. Sonradan fethedilen her idare merkezine bir kadı tayin edilmiştir. Örfi davalara bakacak özel görevli mahkemeler mevcut olmadığı için şeri ve örfi bütün davalar, şeri mahkemelerde çözüme kavuşturulmuştur.
Osmanlı Devleti'nde, mahkemelerde hâkimlik yapan, aynı zamanda idari bazı görevleri de yürüten kişi kadı idi. Medrese eğitimi alan kadılar derecelerine göre atanırlardı. Anadolu'daki kazalarda görev yapan kadıları Anadolu Kadıaskeri, Rumeli tarafında görev yapanları ise Rumeli Kadıaskeri tayin ederdi.
OSMANLIDA KADI
Kadılar, yetki açısından birbirlerine eşit olsalar da unvan bakımından aralarında derece sıralaması vardı. Derecelerine göre maaş alırlardı. Buna göre kadılığın en yüksek derecesi "taht kadılarıydı.Bursa,Edirne ve İstanbul gibi Osmanlı Devleti'nin kendisine merkez kabul ettiği yerlerin kadılıkları bunlardandı.Taht kadılarından bir derece aşağısı "mevleviyet kadılarıydı. Kaza kadılıklarının en yüksek dereceli olanları sancaklara tayin edilirdi.Bir kadılığa birkaç kişi talip çıkarsa aralarında imtihan yoluna gidilirdi.
OSMANLIDA KADILIK TEŞKİLATI
Taht Kadılıkları Eyalet Kadılıkları Sancak Kadılıkları Kaza Kadılıkları Nahiye Kadılıkları
Davalar, şikâyetçilerin mahkemeye müracaatı ile açılırdı. Şikâyetin kabul edilmesi ile naib tarafından ilk soruşturma yapılır ve sonuç kadıya bildirilirdi. Yargılama; davacı, davalı ve bunların şahitlerinin bulunduğu ortamda açık yapılırdı. Kadı tarafından verilen karar, gerekçesiyle birlikte davacı ve davalıya yazılı olarak bildirilip mahkeme kararının bir nüshası mahkeme siciline kaydedilirdi. Dava ile ilgili yeni bir delil gösterildiği takdirde daha önce verilen karar değiştirilebilirdi.
Divanıhümayun Osmanlı Devleti'nin en yüksek yargı organıydı. Ülkedeki tüm yargı örgütünü denetleme yetkisi vardı. Divan bu yetkisini halktan gelen şikâyetler ya da kendi gönderdiği mehayif (gezici) müfettişleri aracılığı ile doğrudan kullanmaktaydı. Valiler, askerî görevliler, kadılar ve vakıf yöneticilerinin uygulamalarından şikâyetçi olanlar, mahallî kadı tarafından hakkında yanlış hüküm verildiğine inananlar dil, din, ırk ve sınıf farkı gözetilmeksizin doğrudan divana başvurabilirlerdi. Şikâyetler yazılı ya da sözlü olarak yapılabilirdi.
Bununla birlikte genellikle mahkeme kararına itiraz edenlerin Divanıhümayun'a başvurduğu tespit edilmiştir.
Divanıhümayun'da çalışmalar tam bir uyum içinde yürütülürdü. Uzmanlık gerektiren durumlarda, yetkili kişinin düşüncelerine saygı gösterilir, davaların sağlıklı neticelenmesi için veziriazam da dahil olmak üzere karara karışılmazdı.
Yapılan ititrazlarda örfi ve şeri hukuk davaları farklı divan üyeleri tarafından karara bağlanırdı. Örfi hukuku ilgilendiren şikâyetlere nişancının bilgisinden yararlanan veziriazam; şeri hukuk alanına girenleri ise kadıasker denetlerdi. Yargı kararında haksızlık yoksa hüküm hemen yerine getirilirdi. Hukuka uygun olmayan durumlarda kadının yargı kararı iptal edilirdi. Mahkeme kararının bozulmasından sonra kadıasker yeni bir hüküm verir ya da kadının davaya yeniden bakmasını isterdi. Kadının verdiği kararlarda haksızlık çok büyük ise görevinden alınır ve başka bir kişi görevlendirilirdi.
Divanıhümayun'da verilen kararlar "arz" yoluyla padişaha bilgi verildikten sonra kesinleşirdi. Padişahlar da adaletin sağlanması için yargı kararlarına müdahale etmezlerdi.
b- Osmanlı Hukukunda Meydana Gelen Değişmeler
Sultan II. Mahmut'un tahtta çıktığı dönemde ayanlar oldukça güçlenmişti. Dönemin Rusçuk ayanı Alemdar Mustafa Paşa'nın da desteğiyle II. Mahmut padişah oldu. Sultan II. Mahmut, kendisinin tahtta çıkmasında etkili olan Alemdar Mustafa Paşa'yı sadrazamlığa getirdi. Alemdar Mustafa Paşa, Anadolu ve Rumeli ayanlarını İstanbul'da topladı ve "Senedi İttifak" adı verilen bir sözleşme imzalandı.
Böylece :
• İlk defa padişah ayanların varlığını istemeyerek de olsa resmen kabul etmiş,
• Padişahın otoritesi sınırlandırılmış,
• Mahalli otoritelerin varlığı yasallaşmış oldu.
II. Mahmut bu gelişmelere karşı bir süre sonra merkezî otoritenin gücünü etkisiz hâle getirmek isteyen yerel otoriteleri ortadan kaldırarak ülkedeki birlik ve düzeni sağladı.
Sultan II. Mahmut Dönemindeki hukuki düzenlemeler Tanzimat Dönemine zemin hazırlamıştır. Batılı anlamda "medeni hukuk" kavramı hukuk sistemimize bu dönemde girmiştir. İmparatorlukta Müslüman olmayan halkı ifade etmek için kullanılan "reaya" tabiri terk edilmiştir.
II. Mahmut, Avrupa'da yaygınlaşan ve geniş kitleler tarafından benimsenen "eşit vatandaşlık" anlayışının devlette egemen olması için "müsadere"yi kaldırmıştı. 1838'de her rütbe ve mevkideki memurun belli suçlarına belli cezalar verilmesini öngören ceza kanunnamesi çıkarılmıştı, ilk kez bu kanunlarda rüşvet ile ilgili hükümler yer almıştı. Yeni ceza kanununa göre, artık memurlar "kısas" ve "had" cezaları dışında ölümle de cezalandırılamayacaktı. Böylece "Kanunsuz suç ve ceza olmaz." ilkesi Osmanlı hukuk sistemine girmiştir.
II. Mahmut Döneminde, adalet işlerine bakmak üzere "Nezaret-i Deavi" (Adalet Bakanlığı) kuruldu. Bakanlığın bünyesinde değişik kurullar oluşturulmuş, bu kurullar memurları denetlemek, devlet ile kişi arasındaki uyuşmazlıkları çözmek, kendilerine gönderilen sorunları inceleyerek rapor hazırlamakla görevlendirilmiştir. Bütün bu gelişmeler, modern hukuk anlayışının benimsendiğini de göstermektedir.
Osmanlı Devleti'nde var olan kanunlar XIX. yüzyıla gelindiğinde, değişen şartlar karşısında yetersiz kaldı. Yürürlükteki kanunların bıraktığı boşluklar, bir yanda mevcut kanunların ıslahıyla diğer yandan da Batı'dan esinlenilerek oluşturulan yeni kanunlarla doldurulmaya çalışılmıştır. Bu tür çalışmaların dönüm noktası Tanzimat olmuş, modern anlamda kanunlaştırma hareketleri bu dönemde hukuk alanındaki yeniliklerle başlamıştır.
2. Tanzimat Döneminde Osmanlı Hukuku
TANZİMAT FERMANI'NDAN...
Halkın can, mal ve namus güvenliği sağlanacaktır.
Askerlik vatan hizmeti hâline getirilecek, askere alma ve terhis işlemleri belirli kurallara göre yapılacaktır.
Vergiler, herkesin gelirine göre alınacaktır.
Kanunlar herkese eşit uygulanacak ve mahkemeler açık olacaktır.
Herkese mal, mülk, edinme ve istediği gibi tasarruf hakkı sağlanacaktır.
Rüşvet ve iltimas önlenecektir.
MÜSADERE USULÜ
Müsadere, yasak edilen bir şeyin kanun gereği elden alınması veya suçlu görülen bir kimsenin malının devlet tarafından zapt edilmesi anlamına gelmektedir.
Osmanlı Devleti, adaleti tesis etme sırasında suç işleyenlere karşı caydırıcı bir unsur olması düşüncesiyle müsadereyi uygulamıştır.Müsadere daha çok; ceza, emniyet tedbiri ve yapılan zararı ödetmede kullanılmıştır.
Dünyanın farklı coğrafyalarında yer alan devletler, Orta Çağda genel olarak tebaaları ile ilişkilerinde dinî sınıflandırmayı esas almıştı. Avrupa'daki derebeylik sisteminde, sınıflara göre değişen faklı kanunlar vardı. Osmanlı Devleti'nde ise Türklerde var olan adalet anlayışı gereği, kadı önünde Müslümanlarla zimmilere aynı kanun uygulanıyordu. Osmanlı Devleti, gayrimüslim tebaaya tanıdığı din ve vicdan hürriyeti bakımından çağdaşları arasında en önde gelen devletti. II. Mahmut Dönemindeki düzenlemelerle Osmanlı toplumunda, gelişen "devlet- vatandaş"İlişkisi doğal olarak "vatandaşlık bağı"nın oluşmasını sağlamıştı.Bu anlayış Tanzimat Döneminde de devam ettirilerek hukuk alanındaki ıslahatlara temel Teşkil etmiştir.
Tanzimat Fermanı'nın ilan edilmesinden sonra öncelikle kanunlar hazırlanarak yürürlüğe konulmuş, Ferman'la kanun üstünlüğünün esas alınacağı bildirilmiştir. Hukuk belli kurallara göre düzenlenerek kanunlaştırma kavramı ortaya çıkmıştır, idari alanda tüm sivil ve askerî görevlerin bir kişide toplanmasına son verilmiş, devlet görevleri ayrıma tabi tutulmuştur.
Tanzimat Fermanı'yla padişahın yasama ve yargı yetkileri sınırlandırılarak her türlü yargılama yetkisi mahkemelere verilmişti. Mahkemeler herkese açık tutulmuş, yargıdaki aksaklıklar giderilerek adil yargılamaya özen gösterilmiştir. Ferman'dan Osmanlı vatandaşlarının hepsinin yararlanması öngörülmüş Müslümanların hukuki ayrıcalığı sona ermiştir. Şeri hukuk yanında Batılı tarzda düzenlenen yeni kanunlar hukuk birliğini daha da parçalamıştır.
Tanzimat Dönemindeki gelişmelerle yönetilenler lehine hukuki düzenlemeler yapılmış ve halkın eşit olduğu kabul edilmiştir. Fermanla kanun önünde bütün tebaanın mal, can ve namus emniyeti güvence altına alınmıştır.
1856'da ilan edilen Islahat Fermanı, hukuki açıdan Tanzimat Fermanı'yla benzerlik göstermektedir. Bu fermanla gayrimüslimlerin (zımmiler) haklarının genişletilerek kanuni güvence altına alınması ve onların Müslümanlarla eşit tutulması amaçlanmıştır. Bu bakımdan, fermanda yer alan ilkeler Tanzimat Fermanı'nı olumlu bir biçimde tamamlamaktadır. Fakat gayrimüslimlere ve yabancılara yargılama bakımından tanınan ayrıcalıklar, hukuk birliğini bozucu niteliktedir.
Bu dönemde Rusya'daki Yahudiler ve Katoliklerin temel hak ve hürriyetleri Osmanlı Devleti'ndeki azınlıklara göre son derece kısıtlıydı. Avusturya, Osmanlıdakine benzer eşit hakları kendi ülkesi için tehlikeli buluyordu. Fransızlar ise Osmanlı ülkesinde yaşayan azınlıklardan sadece Katoliklerin hakları ile ilgileniyordu. İngilizler ise bu konuda daha samimi görünse de sömürgelerindeki yerli halklara bu tür hakları tanımamışlardı.
ISLAHAT FERMANI ÖNCESİ ZİMMİLERİN HAKLARI
• Zimmilerin mülk edinme ve seyahat etme hakkı vardı.
• Mabetlerinin işleyişi, yönetimi, gelir ve giderlerinin kontrolü din adamlarına bırakılmıştı.
• Zimmiler ferdî ve toplu ibadetlerini serbestçe yapma hakkına sahipti.
• Osmanlı Devleti'nde zimmileri zorla Müslümanlaştırma yasaktı.
• Zimmiler, aile hukukuyla ilgili meselelerini kendi din adamlarının nezaretinde çözüyorlardı.
• Çocuklarının eğitim öğretimlerini kendi dinlerinin gerektirdiği şekilde yapıyorlardı.
• Zimmilerin hakları Osmanlı Devleti'nin koruması altındaydı.
ISLAHAT FERMANI İLE ZİMMİLERİN ELDE ETTİĞİ HAKLAR
Zimmilere tanınmış eski haklar aynen devam etmektedir.
Tanzimat Fermanı'ndaki ilkeler her din ve mezhepteki vatandaşlara uygulanacaktır.
Zimmilerin kendi işlerini görebilmeleri için her cemaat bir kurul seçecektir.
Zimmiler devlet hizmetine alınacaklar, askerî veya sivil okullara da kabul edilecektir.
Ticaret ve ceza davalarında eğer iki taraftan biri Müslüman ve biri zimmi, a da bir taraf zimmi ve öbür taraf yabancı ülke vatandaşı ise yargılama, karma mahkemeler önünde ve açıktan yapılacaktır.
Tanzimat Döneminde Osmanlı yargı teşkilatında önemli değişiklikler olmuş, yeni mahkemeler kurulmuştur. Bu dönemde yapılan hukuk reformunda özellikle Müslümanlarla gayrimüslimlerin kanun önünde eşit tutulma ilkesi etkili olmuştur.
OSMANLI DEVLETINDE MAHKEMELER
Müslümanlar arasındaki bütün davalara, gayrimüslimlerin sadece kamu hukuku alanındaki anlaşmazlıklarına, Osmanlı tebaası ile yabancı devletlerin tebaası arasındaki davalara bakardı.
Müslümanların evlenme, boşanma ve miras hukuku ile ilgili davalara bakacak şekilde yetkileri daraltılmıştır.
Gayrimüslimlerin davalarına Cemaat mahkemelerinde kendi dinlerinin hukuk kurallarına göre bakılırdı. Bu mahkemelerin yönetimi o dinin cemaat teşkilatı tarafından yürütürdü.Tanzimat Fermanı öncesindeki hak ve yetkilerini devam ettirmiştir.
KONSOLOSLUK Kapitülasyonlardan yararlanan yabancı devletlerin, kendi vatandaşları arasında çıkan anlaşmazlıkları çözmekle görevliydi. Konsolosluk mahkemeleri, Kanuni'nin Fransa'ya verdiği ticari imtiyazlarla birlikte kurulmuştu.
KONSOLOSLUK Tanzimat Fermanı öncesindeki hak ve yetkilerini devam ettirmiştir.
NİZAMİYE 1869'da Müslümanların ve gayrimüslimlerin davalarına bakmak için kurulmuştur. Başkanı kadı olup üyeleri Müslüman ve gayrimüslimlerden meydana gelmiştir. Hukuk ve cinayet davalarıyla ticaret mahkemelerinin yetkileri dışında kalan davalara bakardı.
Osmanlılar ile yabancı ülkelerin vatandaşları arasındaki ticari anlaşmazlıkları çözmekle görevlidir. 1847'de yabancı üyelerin de katılmasıyla Karma Ticaret Mahkemesi adını almıştır.
TİCARET MAHKEMELERİ Müslüman tüccarlarla yabancılar arasında meydana gelen ticari davaların büyük bir kısmını, tercüman kullanma imkânına sahip oldukları için yabancı tüccarlar kazanmıştır. Müslümanlar ise bu konuda uzman vekiller bulamamışlardır.
Tanzimat Döneminde çok farklı mahkeme türleri faaliyetteydi. Her mahkemenin kendi ilkeleri ve alt örgütleri vardı. Bu karmaşık yapı pek çok sorunun çıkmasına sebep oluyordu. Yeni kurulan mahkemelerde görev yapacak yeterli eleman bulunamadığından istenilen netice elde edilememiştir. Tanzimat Döneminde ceza, ticaret, deniz ticareti, arazi ve vatandaşlık kanunları kabul edilmiştir. Ayrıca o güne kadar Osmanlıda bulunmayan avukatlık, savcılık, noterlik gibi müesseselerde Batı örnek alınmıştır.
CERİDE-I MAHÂKİM Osmanlı tebaasının, şikâyetlerini Divanıhümayun'a bildirmesi konusunda
imparatorluğun geniş coğrafyaya sahip olması bazı zorlukları beraberinde getirmişti. Tanzimatın ilanı ile hukuk sisteminde yapılan düzenlemeler, adalet dağıtma fonksiyonunu daha uygulanır hâle getirmiştir. Reform gayretleri içinde 21 Nisan 1873'te padişah iradesiyle "Ceride-i Mahâkim" adıyla yeni bir gazete çıkartılmaya başlanmıştır. Gazetenin amacı mahkemelere ait kanunları ve yargı kararlarını yayınlamaktı. Ceride-i Mahâkim'in yayınlanışı, modernleşme çabaları içerisinde, hukuk devleti olma yolunda atılmış önemli adımlardan birisidir. 6 Ekim 1901'den sonra, ismi "Ceride-yi Mahâkim-i Adliyye"ye çevrilmiş, süreç içerisinde isminde değişiklikler yapılarak "Ceride-yi Adliye" adıyla 1928'e kadar varlığını sürdürmüştür.
Osmanlı Devleti, meşrutiyet yönetimine kanunuesasiyj ilan ederek geçti. Devlet yönetimi yeniden yapılandırıldı. Türk tarihinde ilk defa anayasal sisteme geçildi. Buna göre halkın seçtiği temsilcilerden oluşan parlamento, padişahın yetkilerinden bir kısmına ortak oldu. I. Meşrutiyet yönetimine 1878'de padişah tarafından son verildi.
Kanunuesasi ile vatandaşların temel hak ve özgürlükleri anayasal güvence altına alındı. Kanun önünde eşitlik, kamu hizmetine girme, basın özgürlüğü ve mülkiyet hakkı Osmanlı tebaasına tanınan temel hak ve özgürlüklerin başlıcalarıydı.
Meşrutiyet Döneminde hukuk alanında atılan en önemli adımlardan biri de Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye'nin hazırlanmasıdır. 1868-1878 yılları arasında Ahmet Cevdet Paşa başkanlığındaki ilmî bir heyet tarafından, islam hukukuna bağlı kalınarak hazırlanan Mecelle, şeri mahkemelerde 1877-1926 yılları arasında hukuki kaynak olarak kullanılmıştır. Bu kanun, medeni konuları (şahıs, aile ve miras) içermektedir. Mecelle, adliyede hukuk birliğinin temelini de atmıştır.
Meşrutiyet yanlılarının çalışmaları sonucu 1908'de meşrutiyet yönetimine ikinci kez geçildi. 1909'da kanunuesaside bazı değişiklikler yapıldı. Osmanlı Devleti'nin geleneksel yasama, yürütme ve yargı organlarının kuruluş, görev ve yetkilerinde önemli değişmeler oldu. Hak ve özgürlüklerin sınırları genişletildi. Padişahın mutlak otoritesi sınırlandırıldı. Yeni hazırlanan anayasa ile padişah, anayasayı uygulayacağına, devletin ve milletin haklarını koruyacağına yemin edecekti.
1909'da kanunuesaside yasama organının oluşumunda bir değişiklik yapılmadı. Padişahtan izin almadan kanun çıkarma yetkisi kazanan parlamento, devletin en güçlü organı hâline geldi. Mebuslar Meclisi padişahın iznini almaksızın kanun teklifi getirebilecekti. Böylece yasama, padişahın tekelinden çıkmış, milletin temsilcilerinden oluşan meclisin görevleri arasına girmişti. Meclisin kabul etmiş olduğu kanunlara karşı, padişah 1876 Anayasası'nda olduğu gibi mutlak veto yetkisine sahip değildi.
1. Meşrutiyet Anayasası
. Vatandaşlık hakkı, kişi hürriyeti, kişi güvenliği ve ibadehürriyeti kanun güvencesine alındı.
. Basın hürriyeti, şirket kurma hürriyeti, dilekçe verme hakksağlandı.
. öğretimde eşitlik ilkesi uygulamaya konuldu. . Herkese devlet memurluğuna girme hakkı tanındı. . Malîgüce göre vergi alınması ilkesi kabul edildi. . Konut dokunulmazlığı sağlandı.
. Kimsenin kanunla bağlı olduğu mahkemeden başka bir mahkemeye gitmeye zorlanamayacağı hükmü kabul edildi.
. Müsadere, angarya ve işkencenin yapılamayacağı yasallaştı.
II. Meşrutiyet Anayasası
(I. Meşrutiyet Anayasası'na eklenen maddeler)
.Kanun dışı tutuklama yasaklandı.
.Postanelere verilen evrak ve mektuplar mahkeme kararı olmadan açılamayacağı esası kabul edildi.
.Toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğü tanındı.
.Dernek kurma hakkı tanındı.
.Basın hürriyeti çerçevesinde: basının hiçbir suretle ön denetime tabi tutulamayacağı esası kabul edildi.
.Padişaha tanınan sürgün etme yetkisi kaldırıldı.
XIX. yüzyılın başlarından itibaren adli alanda düzenlemeler yapılmasına rağmen nitelikli eleman ihtiyacını karşılamayı amaçlayan okullaşma geç başlamıştı. Adliye teşkilatında yaşanan nitelikli eleman sıkıntısını çözmek amacıyla 1875'te "Galatasaray Sultanisi"nin bir şubesi olarak "Mekteb-i Hukuk-i Sultani" kuruldu. Bu okulun kapatılmasından sonra, 1880'de Mekteb-i Hukuk adıyla yeni bir okul açıldı. Günümüzdeki İstanbul Üniversitesi'ne bağlı hukuk fakültesinin temelini oluşturan bu okulun kuruluş amacı Batı hukukunu bilen hâkim ve avukat yetiştirmekti. Adli teşkilatlanmada eğitim almış uzman kişiler yetiştirilmişse de mezun öğrenci sayısının azlığından dolayı tam olarak ihtiyacı karşılayamamıştır.
Belirtmek gerekir ki bu ayrım örfî hukukun şer’î olmadığı anlamına gelmemektedir. Bilakis şer’î hukuk yukarıda da izah edildiği üzere niteliği itibariyle örfî hukukun oluşmasına izin vermiş bulunmaktadır. Ayrıca şer’î ve örfî hukuk birbirinden tamamen bağımsız iki hukuk sistemi de değildir. Başka bir ifade ile örfî hukuk şer’î hukuka bağlı olarak gelişen hükümler topluluğundan ibarettir. Çünkü örfî hukuk şer’î hukuk tarafından ülül-emr’e tanınan sınırlı yasama yetkisi kullanılarak oluşturulan hukuktur. Zaten diğer kaynaklar yanında örfî hukukun temel kaynağını oluşturan örf ve adet ile amme maslahatı şer’î hukukun kaynakları arasında yer almaktadır.
Şer’î ve örfî hukukun düzenledikleri alanları da kesin bir çizgi ile birbirinden ayırt etmek mümkün değildir. Çünkü şer’î ve örfî hukuk tamamen farklı alanları düzenleyen ayrı hukuk sistemleri olmayıp çok defa şekil ve muhteva açısından yanyana bulunmaktadırlar. Meselâ devlet başkanının mevcut şer’î hükümleri tedvin etmesi örfî hukuk olarak nitelendirilmektedir. Böyle bir durumda meydana getirilen hükümler şer’î onlara verilen şekil ise örfî hukuk olarak isimlendirilir. Şer’î hukukun herhangi bir hüküm vaz’ etmediği ve kanunlaştırılmasını tamamen zamanın devlet başkanına bıraktığı hususlarda ise daha rahat bir ayrım yapılabileceği söylenebilir. Ancak bu ayrımın belirli hukuk dallarından ziyade her hukuk dalındaki hükümler nazara alınarak yapılması daha sağlıklı bir netice verir. Çünkü şer’î hukuk belirli alanları tanzim ederek diğer alanları tamamen boş bırakmış değildir. Az veya çok genel-özel hüküm şeklinde mutlaka bir kısım hükümler vaz’ etmiştir. Ancak her hukuk dalında ilişkin hükümlerin yüzdesi farklıdır. Mâlî hukukta ve ceza hukukunun tazir suç ve cezalarında örfî hukuk oranı yüzde doksanlara varırken borçlar ve aile hukuku alanında bu oran yüzde birlere kadar inmektedir.
Osmanlı devletinde suç ve cezalar had kısas ve ta’zir olmak üzere üç kısma ayrılıyordu. Bunlardan had ve kısas fıkıh kitaplarında yer alıyor ta’zir suç ve cezaları ise kanunnamelerle düzenleniyordu. Hatta Osmanlı kanunnamelerinde en çok yer verilen hususun ta’zir suç ve cezaları olduğu söylenebilir. Tanzimat Fermanından sonra 1840 ve 1851 tarihli Ceza Kanunnameleri hazırlanmıştır. Söz konusu tamamen Fransız kanunlarından tercümedir. Ta’zir suç ve cezaları ile ilgili olduğu için yine de şer’î hukukun dışına çıkıldığı söylenemez. Bu kanunnamenin ilanından sonra ülkenin her vilayetinde oluşturulan meclislere bağlı sorgu hakimleri aracılığı ile zanlıların sorgusu yapılarak işkence ile suçu itiraf ettirme gibi metotlar tamamen yasaklanmıştır.
Osmanlı Devleti'nde kapsamlı şekilde kanunları düzenleme çalışmaları Fatih Sultan Mehmet zamanında gerçekleştirilmiştir. Fatih, merkezî otoriteyi kuvvetli tutmak için devlet teşkilatında ve mevcut kanunlarda yenilikler yaparak örfi hukuku ön plana çıkarmıştır. Bu kanunlar olgunlaştırılmış, yukarıdaki metinde görüldüğü üzere sonraki dönemlerde yaygın şekilde uygulanmıştır. Böylelikle Osmanlı kanunları, kendine has özellikleriyle yerleşip süreklilik kazanmıştır.
Kanunnameler, daha düzenli bir yargı mekanizması oluşturmak amacıyla şeyhülislamın fetvasına dayandırılırdı. Divan görüşmeleri sonucunda hazırlanan ve nişancılar tarafından kaleme alınan kanunlar sadrazam başkanlığındaki divan üyeleri tarafından padişaha arz edilirdi. Padişahın onayladığı kanunlar nişancı tarafından "mühimme defteri"ne kaydedilirdi. Padişahın tuğrasının çekilmesinden sonra resmiyet kazanan ferman, hüküm, kanunname vb. uygulanmak üzere ait olduğu beylerbeyi, sancakbeyi veya kadılara gönderilir, böylece yürürlüğe girerdi.
Osmanlı kanunnameleri düzenlenişi, içeriği, uygulama alanı vb. özelliklerine göre farklılıklar arz eder. Kanunnamelerin çeşitliliği ve yasal düzenlemelerin çokluğu Osmanlı hukuk sisteminin gelişmişliğini göstermektedir.
1. UMUMİ KANUNNAMELER
A) Kanunname-i Âli Osmani :Ceza, tımar nizamı, sipahi, reaya, mali vergiler vb. konulara
ait hükümleri içermektedir. Fatih Döneminde başlayan bu kanunnameler Tanzimat Dönemine kadar yürürlükte kalmıştır.
B) Teşkilat Kanunnameleri: Devletin idare organları, protokol esasları, padişahlara ait merasimler ile devlet memurlarının idari suçları ve unvanlarına ait hükümleri içermektedir.
2. HUSUSİ KANUNNAMELER
A) özel Askerî Gruplara Ait Kanunnameler Kapıkulu, eyalet askerleri, donanma ve yardımcı kuvvetlerle ilgilidir.
B) İktisadi Gruplara Ait Özel Kanunnameler Madenci, pazar yerleri, çiftçilere ve esnaflara yönelik hazırlanmıştır.
C) Sosyal Gruplara Ait Hususi Kanunnameler Savaş esiri olarak alınıp sonra da "haslarda istihdam edilen ve ilmiye sınıfı ile ilgili kanunnameler bu gruba girmektedir.
3. FERMAN, BERAT VE YASAKNAME TARZINDAKİ KANUN HÜKÜMLERİ
A) Fermanlar Padişahın herhangi bir konuda tuğra veya nişanını taşıyan yazılı emridir.
B) Beratlar Osmanlı Devleti'nde bir göreve atanan, aylık bağlanan; san, nişan veya ayrıcalık verilen kimseler için çıkarılan padişah buyruğudur.
C) Yasaknameler İdari, askerî ve mali konularla ilgili kuralların çiğnenmesi hâlinde uygulanacak cezaları ihtiva etmektedir. Yasaknameler, madenler ve tuzlaların işletmeleri, para dolaşımı, gümrüklerin düzeniyle de ilgilidir.
4. SANCAK KANUNNAMELERİ
Kanunname-i Âli Osmani'ye ait hükümlerin eyalet ve sancaklara uyarlanmış hâlidir. Her bir sancağın özel durumu ve yerel şartları dikkate alınır, örneğin toprak vergisi, arazinin verimlilik durumuna göre "onda birden sıfıra kadar derecelendirilerek" alınır.
5. MİRÎ ARAZİ VE TIMAR NİZAMINA AİT KANUNLAR
Devlet hazinesi (mirî)ne ait arazinin kullanımı ve niteliğiyle ilgili bütün hükümler bu kanunlarla düzenlenir.
6. ADALETNAMELER
Devlet memurlarının görevlerini kötüye kullanmaları ve kanunlara aykırı hareket etmeleri durumunda, halkı zulme karşı korumak amacıyla yayınlanmıştır. Kadı, beylerbeyi ve sancak beylerine hitaben yazılan adaletnamelerin halka duyurulması şarttır.
a. Osmanlı Devletinde Hukuki Yapı
Osmanlı Devleti'nde, devletin ve toplumun var olabilmesi "adalet" kavramıyla eş değer tutulmuştur. Adalete büyük önem veren Osmanlı Devleti bunu gerçekleştirmek için ilk dönemden itibaren adli teşkilatını kurmuştur. Osman Bey'in ilk tayin ettiği iki memurdan birisi kadıdır. Kadıları yetiştirecek bir kurum henüz mevcut olmadığından, ilk Osmanlı kadıları, Iran, Suriye, Mısır ve Anadolu beyliklerinden getirilmiştir. Sonradan fethedilen her idare merkezine bir kadı tayin edilmiştir. Örfi davalara bakacak özel görevli mahkemeler mevcut olmadığı için şeri ve örfi bütün davalar, şeri mahkemelerde çözüme kavuşturulmuştur.
Osmanlı Devleti'nde, mahkemelerde hâkimlik yapan, aynı zamanda idari bazı görevleri de yürüten kişi kadı idi. Medrese eğitimi alan kadılar derecelerine göre atanırlardı. Anadolu'daki kazalarda görev yapan kadıları Anadolu Kadıaskeri, Rumeli tarafında görev yapanları ise Rumeli Kadıaskeri tayin ederdi.
OSMANLIDA KADI
Kadılar, yetki açısından birbirlerine eşit olsalar da unvan bakımından aralarında derece sıralaması vardı. Derecelerine göre maaş alırlardı. Buna göre kadılığın en yüksek derecesi "taht kadılarıydı.Bursa,Edirne ve İstanbul gibi Osmanlı Devleti'nin kendisine merkez kabul ettiği yerlerin kadılıkları bunlardandı.Taht kadılarından bir derece aşağısı "mevleviyet kadılarıydı. Kaza kadılıklarının en yüksek dereceli olanları sancaklara tayin edilirdi.Bir kadılığa birkaç kişi talip çıkarsa aralarında imtihan yoluna gidilirdi.
OSMANLIDA KADILIK TEŞKİLATI
Taht Kadılıkları Eyalet Kadılıkları Sancak Kadılıkları Kaza Kadılıkları Nahiye Kadılıkları
Davalar, şikâyetçilerin mahkemeye müracaatı ile açılırdı. Şikâyetin kabul edilmesi ile naib tarafından ilk soruşturma yapılır ve sonuç kadıya bildirilirdi. Yargılama; davacı, davalı ve bunların şahitlerinin bulunduğu ortamda açık yapılırdı. Kadı tarafından verilen karar, gerekçesiyle birlikte davacı ve davalıya yazılı olarak bildirilip mahkeme kararının bir nüshası mahkeme siciline kaydedilirdi. Dava ile ilgili yeni bir delil gösterildiği takdirde daha önce verilen karar değiştirilebilirdi.
Divanıhümayun Osmanlı Devleti'nin en yüksek yargı organıydı. Ülkedeki tüm yargı örgütünü denetleme yetkisi vardı. Divan bu yetkisini halktan gelen şikâyetler ya da kendi gönderdiği mehayif (gezici) müfettişleri aracılığı ile doğrudan kullanmaktaydı. Valiler, askerî görevliler, kadılar ve vakıf yöneticilerinin uygulamalarından şikâyetçi olanlar, mahallî kadı tarafından hakkında yanlış hüküm verildiğine inananlar dil, din, ırk ve sınıf farkı gözetilmeksizin doğrudan divana başvurabilirlerdi. Şikâyetler yazılı ya da sözlü olarak yapılabilirdi.
Bununla birlikte genellikle mahkeme kararına itiraz edenlerin Divanıhümayun'a başvurduğu tespit edilmiştir.
Divanıhümayun'da çalışmalar tam bir uyum içinde yürütülürdü. Uzmanlık gerektiren durumlarda, yetkili kişinin düşüncelerine saygı gösterilir, davaların sağlıklı neticelenmesi için veziriazam da dahil olmak üzere karara karışılmazdı.
Yapılan ititrazlarda örfi ve şeri hukuk davaları farklı divan üyeleri tarafından karara bağlanırdı. Örfi hukuku ilgilendiren şikâyetlere nişancının bilgisinden yararlanan veziriazam; şeri hukuk alanına girenleri ise kadıasker denetlerdi. Yargı kararında haksızlık yoksa hüküm hemen yerine getirilirdi. Hukuka uygun olmayan durumlarda kadının yargı kararı iptal edilirdi. Mahkeme kararının bozulmasından sonra kadıasker yeni bir hüküm verir ya da kadının davaya yeniden bakmasını isterdi. Kadının verdiği kararlarda haksızlık çok büyük ise görevinden alınır ve başka bir kişi görevlendirilirdi.
Divanıhümayun'da verilen kararlar "arz" yoluyla padişaha bilgi verildikten sonra kesinleşirdi. Padişahlar da adaletin sağlanması için yargı kararlarına müdahale etmezlerdi.
b- Osmanlı Hukukunda Meydana Gelen Değişmeler
Sultan II. Mahmut'un tahtta çıktığı dönemde ayanlar oldukça güçlenmişti. Dönemin Rusçuk ayanı Alemdar Mustafa Paşa'nın da desteğiyle II. Mahmut padişah oldu. Sultan II. Mahmut, kendisinin tahtta çıkmasında etkili olan Alemdar Mustafa Paşa'yı sadrazamlığa getirdi. Alemdar Mustafa Paşa, Anadolu ve Rumeli ayanlarını İstanbul'da topladı ve "Senedi İttifak" adı verilen bir sözleşme imzalandı.
Böylece :
• İlk defa padişah ayanların varlığını istemeyerek de olsa resmen kabul etmiş,
• Padişahın otoritesi sınırlandırılmış,
• Mahalli otoritelerin varlığı yasallaşmış oldu.
II. Mahmut bu gelişmelere karşı bir süre sonra merkezî otoritenin gücünü etkisiz hâle getirmek isteyen yerel otoriteleri ortadan kaldırarak ülkedeki birlik ve düzeni sağladı.
Sultan II. Mahmut Dönemindeki hukuki düzenlemeler Tanzimat Dönemine zemin hazırlamıştır. Batılı anlamda "medeni hukuk" kavramı hukuk sistemimize bu dönemde girmiştir. İmparatorlukta Müslüman olmayan halkı ifade etmek için kullanılan "reaya" tabiri terk edilmiştir.
II. Mahmut, Avrupa'da yaygınlaşan ve geniş kitleler tarafından benimsenen "eşit vatandaşlık" anlayışının devlette egemen olması için "müsadere"yi kaldırmıştı. 1838'de her rütbe ve mevkideki memurun belli suçlarına belli cezalar verilmesini öngören ceza kanunnamesi çıkarılmıştı, ilk kez bu kanunlarda rüşvet ile ilgili hükümler yer almıştı. Yeni ceza kanununa göre, artık memurlar "kısas" ve "had" cezaları dışında ölümle de cezalandırılamayacaktı. Böylece "Kanunsuz suç ve ceza olmaz." ilkesi Osmanlı hukuk sistemine girmiştir.
II. Mahmut Döneminde, adalet işlerine bakmak üzere "Nezaret-i Deavi" (Adalet Bakanlığı) kuruldu. Bakanlığın bünyesinde değişik kurullar oluşturulmuş, bu kurullar memurları denetlemek, devlet ile kişi arasındaki uyuşmazlıkları çözmek, kendilerine gönderilen sorunları inceleyerek rapor hazırlamakla görevlendirilmiştir. Bütün bu gelişmeler, modern hukuk anlayışının benimsendiğini de göstermektedir.
Osmanlı Devleti'nde var olan kanunlar XIX. yüzyıla gelindiğinde, değişen şartlar karşısında yetersiz kaldı. Yürürlükteki kanunların bıraktığı boşluklar, bir yanda mevcut kanunların ıslahıyla diğer yandan da Batı'dan esinlenilerek oluşturulan yeni kanunlarla doldurulmaya çalışılmıştır. Bu tür çalışmaların dönüm noktası Tanzimat olmuş, modern anlamda kanunlaştırma hareketleri bu dönemde hukuk alanındaki yeniliklerle başlamıştır.
2. Tanzimat Döneminde Osmanlı Hukuku
TANZİMAT FERMANI'NDAN...
Halkın can, mal ve namus güvenliği sağlanacaktır.
Askerlik vatan hizmeti hâline getirilecek, askere alma ve terhis işlemleri belirli kurallara göre yapılacaktır.
Vergiler, herkesin gelirine göre alınacaktır.
Kanunlar herkese eşit uygulanacak ve mahkemeler açık olacaktır.
Herkese mal, mülk, edinme ve istediği gibi tasarruf hakkı sağlanacaktır.
Rüşvet ve iltimas önlenecektir.
MÜSADERE USULÜ
Müsadere, yasak edilen bir şeyin kanun gereği elden alınması veya suçlu görülen bir kimsenin malının devlet tarafından zapt edilmesi anlamına gelmektedir.
Osmanlı Devleti, adaleti tesis etme sırasında suç işleyenlere karşı caydırıcı bir unsur olması düşüncesiyle müsadereyi uygulamıştır.Müsadere daha çok; ceza, emniyet tedbiri ve yapılan zararı ödetmede kullanılmıştır.
Dünyanın farklı coğrafyalarında yer alan devletler, Orta Çağda genel olarak tebaaları ile ilişkilerinde dinî sınıflandırmayı esas almıştı. Avrupa'daki derebeylik sisteminde, sınıflara göre değişen faklı kanunlar vardı. Osmanlı Devleti'nde ise Türklerde var olan adalet anlayışı gereği, kadı önünde Müslümanlarla zimmilere aynı kanun uygulanıyordu. Osmanlı Devleti, gayrimüslim tebaaya tanıdığı din ve vicdan hürriyeti bakımından çağdaşları arasında en önde gelen devletti. II. Mahmut Dönemindeki düzenlemelerle Osmanlı toplumunda, gelişen "devlet- vatandaş"İlişkisi doğal olarak "vatandaşlık bağı"nın oluşmasını sağlamıştı.Bu anlayış Tanzimat Döneminde de devam ettirilerek hukuk alanındaki ıslahatlara temel Teşkil etmiştir.
Tanzimat Fermanı'nın ilan edilmesinden sonra öncelikle kanunlar hazırlanarak yürürlüğe konulmuş, Ferman'la kanun üstünlüğünün esas alınacağı bildirilmiştir. Hukuk belli kurallara göre düzenlenerek kanunlaştırma kavramı ortaya çıkmıştır, idari alanda tüm sivil ve askerî görevlerin bir kişide toplanmasına son verilmiş, devlet görevleri ayrıma tabi tutulmuştur.
Tanzimat Fermanı'yla padişahın yasama ve yargı yetkileri sınırlandırılarak her türlü yargılama yetkisi mahkemelere verilmişti. Mahkemeler herkese açık tutulmuş, yargıdaki aksaklıklar giderilerek adil yargılamaya özen gösterilmiştir. Ferman'dan Osmanlı vatandaşlarının hepsinin yararlanması öngörülmüş Müslümanların hukuki ayrıcalığı sona ermiştir. Şeri hukuk yanında Batılı tarzda düzenlenen yeni kanunlar hukuk birliğini daha da parçalamıştır.
Tanzimat Dönemindeki gelişmelerle yönetilenler lehine hukuki düzenlemeler yapılmış ve halkın eşit olduğu kabul edilmiştir. Fermanla kanun önünde bütün tebaanın mal, can ve namus emniyeti güvence altına alınmıştır.
1856'da ilan edilen Islahat Fermanı, hukuki açıdan Tanzimat Fermanı'yla benzerlik göstermektedir. Bu fermanla gayrimüslimlerin (zımmiler) haklarının genişletilerek kanuni güvence altına alınması ve onların Müslümanlarla eşit tutulması amaçlanmıştır. Bu bakımdan, fermanda yer alan ilkeler Tanzimat Fermanı'nı olumlu bir biçimde tamamlamaktadır. Fakat gayrimüslimlere ve yabancılara yargılama bakımından tanınan ayrıcalıklar, hukuk birliğini bozucu niteliktedir.
Bu dönemde Rusya'daki Yahudiler ve Katoliklerin temel hak ve hürriyetleri Osmanlı Devleti'ndeki azınlıklara göre son derece kısıtlıydı. Avusturya, Osmanlıdakine benzer eşit hakları kendi ülkesi için tehlikeli buluyordu. Fransızlar ise Osmanlı ülkesinde yaşayan azınlıklardan sadece Katoliklerin hakları ile ilgileniyordu. İngilizler ise bu konuda daha samimi görünse de sömürgelerindeki yerli halklara bu tür hakları tanımamışlardı.
ISLAHAT FERMANI ÖNCESİ ZİMMİLERİN HAKLARI
• Zimmilerin mülk edinme ve seyahat etme hakkı vardı.
• Mabetlerinin işleyişi, yönetimi, gelir ve giderlerinin kontrolü din adamlarına bırakılmıştı.
• Zimmiler ferdî ve toplu ibadetlerini serbestçe yapma hakkına sahipti.
• Osmanlı Devleti'nde zimmileri zorla Müslümanlaştırma yasaktı.
• Zimmiler, aile hukukuyla ilgili meselelerini kendi din adamlarının nezaretinde çözüyorlardı.
• Çocuklarının eğitim öğretimlerini kendi dinlerinin gerektirdiği şekilde yapıyorlardı.
• Zimmilerin hakları Osmanlı Devleti'nin koruması altındaydı.
ISLAHAT FERMANI İLE ZİMMİLERİN ELDE ETTİĞİ HAKLAR
Zimmilere tanınmış eski haklar aynen devam etmektedir.
Tanzimat Fermanı'ndaki ilkeler her din ve mezhepteki vatandaşlara uygulanacaktır.
Zimmilerin kendi işlerini görebilmeleri için her cemaat bir kurul seçecektir.
Zimmiler devlet hizmetine alınacaklar, askerî veya sivil okullara da kabul edilecektir.
Ticaret ve ceza davalarında eğer iki taraftan biri Müslüman ve biri zimmi, a da bir taraf zimmi ve öbür taraf yabancı ülke vatandaşı ise yargılama, karma mahkemeler önünde ve açıktan yapılacaktır.
Tanzimat Döneminde Osmanlı yargı teşkilatında önemli değişiklikler olmuş, yeni mahkemeler kurulmuştur. Bu dönemde yapılan hukuk reformunda özellikle Müslümanlarla gayrimüslimlerin kanun önünde eşit tutulma ilkesi etkili olmuştur.
OSMANLI DEVLETINDE MAHKEMELER
Müslümanlar arasındaki bütün davalara, gayrimüslimlerin sadece kamu hukuku alanındaki anlaşmazlıklarına, Osmanlı tebaası ile yabancı devletlerin tebaası arasındaki davalara bakardı.
Müslümanların evlenme, boşanma ve miras hukuku ile ilgili davalara bakacak şekilde yetkileri daraltılmıştır.
Gayrimüslimlerin davalarına Cemaat mahkemelerinde kendi dinlerinin hukuk kurallarına göre bakılırdı. Bu mahkemelerin yönetimi o dinin cemaat teşkilatı tarafından yürütürdü.Tanzimat Fermanı öncesindeki hak ve yetkilerini devam ettirmiştir.
KONSOLOSLUK Kapitülasyonlardan yararlanan yabancı devletlerin, kendi vatandaşları arasında çıkan anlaşmazlıkları çözmekle görevliydi. Konsolosluk mahkemeleri, Kanuni'nin Fransa'ya verdiği ticari imtiyazlarla birlikte kurulmuştu.
KONSOLOSLUK Tanzimat Fermanı öncesindeki hak ve yetkilerini devam ettirmiştir.
NİZAMİYE 1869'da Müslümanların ve gayrimüslimlerin davalarına bakmak için kurulmuştur. Başkanı kadı olup üyeleri Müslüman ve gayrimüslimlerden meydana gelmiştir. Hukuk ve cinayet davalarıyla ticaret mahkemelerinin yetkileri dışında kalan davalara bakardı.
Osmanlılar ile yabancı ülkelerin vatandaşları arasındaki ticari anlaşmazlıkları çözmekle görevlidir. 1847'de yabancı üyelerin de katılmasıyla Karma Ticaret Mahkemesi adını almıştır.
TİCARET MAHKEMELERİ Müslüman tüccarlarla yabancılar arasında meydana gelen ticari davaların büyük bir kısmını, tercüman kullanma imkânına sahip oldukları için yabancı tüccarlar kazanmıştır. Müslümanlar ise bu konuda uzman vekiller bulamamışlardır.
Tanzimat Döneminde çok farklı mahkeme türleri faaliyetteydi. Her mahkemenin kendi ilkeleri ve alt örgütleri vardı. Bu karmaşık yapı pek çok sorunun çıkmasına sebep oluyordu. Yeni kurulan mahkemelerde görev yapacak yeterli eleman bulunamadığından istenilen netice elde edilememiştir. Tanzimat Döneminde ceza, ticaret, deniz ticareti, arazi ve vatandaşlık kanunları kabul edilmiştir. Ayrıca o güne kadar Osmanlıda bulunmayan avukatlık, savcılık, noterlik gibi müesseselerde Batı örnek alınmıştır.
CERİDE-I MAHÂKİM Osmanlı tebaasının, şikâyetlerini Divanıhümayun'a bildirmesi konusunda
imparatorluğun geniş coğrafyaya sahip olması bazı zorlukları beraberinde getirmişti. Tanzimatın ilanı ile hukuk sisteminde yapılan düzenlemeler, adalet dağıtma fonksiyonunu daha uygulanır hâle getirmiştir. Reform gayretleri içinde 21 Nisan 1873'te padişah iradesiyle "Ceride-i Mahâkim" adıyla yeni bir gazete çıkartılmaya başlanmıştır. Gazetenin amacı mahkemelere ait kanunları ve yargı kararlarını yayınlamaktı. Ceride-i Mahâkim'in yayınlanışı, modernleşme çabaları içerisinde, hukuk devleti olma yolunda atılmış önemli adımlardan birisidir. 6 Ekim 1901'den sonra, ismi "Ceride-yi Mahâkim-i Adliyye"ye çevrilmiş, süreç içerisinde isminde değişiklikler yapılarak "Ceride-yi Adliye" adıyla 1928'e kadar varlığını sürdürmüştür.
Osmanlı Devleti, meşrutiyet yönetimine kanunuesasiyj ilan ederek geçti. Devlet yönetimi yeniden yapılandırıldı. Türk tarihinde ilk defa anayasal sisteme geçildi. Buna göre halkın seçtiği temsilcilerden oluşan parlamento, padişahın yetkilerinden bir kısmına ortak oldu. I. Meşrutiyet yönetimine 1878'de padişah tarafından son verildi.
Kanunuesasi ile vatandaşların temel hak ve özgürlükleri anayasal güvence altına alındı. Kanun önünde eşitlik, kamu hizmetine girme, basın özgürlüğü ve mülkiyet hakkı Osmanlı tebaasına tanınan temel hak ve özgürlüklerin başlıcalarıydı.
Meşrutiyet Döneminde hukuk alanında atılan en önemli adımlardan biri de Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye'nin hazırlanmasıdır. 1868-1878 yılları arasında Ahmet Cevdet Paşa başkanlığındaki ilmî bir heyet tarafından, islam hukukuna bağlı kalınarak hazırlanan Mecelle, şeri mahkemelerde 1877-1926 yılları arasında hukuki kaynak olarak kullanılmıştır. Bu kanun, medeni konuları (şahıs, aile ve miras) içermektedir. Mecelle, adliyede hukuk birliğinin temelini de atmıştır.
Meşrutiyet yanlılarının çalışmaları sonucu 1908'de meşrutiyet yönetimine ikinci kez geçildi. 1909'da kanunuesaside bazı değişiklikler yapıldı. Osmanlı Devleti'nin geleneksel yasama, yürütme ve yargı organlarının kuruluş, görev ve yetkilerinde önemli değişmeler oldu. Hak ve özgürlüklerin sınırları genişletildi. Padişahın mutlak otoritesi sınırlandırıldı. Yeni hazırlanan anayasa ile padişah, anayasayı uygulayacağına, devletin ve milletin haklarını koruyacağına yemin edecekti.
1909'da kanunuesaside yasama organının oluşumunda bir değişiklik yapılmadı. Padişahtan izin almadan kanun çıkarma yetkisi kazanan parlamento, devletin en güçlü organı hâline geldi. Mebuslar Meclisi padişahın iznini almaksızın kanun teklifi getirebilecekti. Böylece yasama, padişahın tekelinden çıkmış, milletin temsilcilerinden oluşan meclisin görevleri arasına girmişti. Meclisin kabul etmiş olduğu kanunlara karşı, padişah 1876 Anayasası'nda olduğu gibi mutlak veto yetkisine sahip değildi.
1. Meşrutiyet Anayasası
. Vatandaşlık hakkı, kişi hürriyeti, kişi güvenliği ve ibadehürriyeti kanun güvencesine alındı.
. Basın hürriyeti, şirket kurma hürriyeti, dilekçe verme hakksağlandı.
. öğretimde eşitlik ilkesi uygulamaya konuldu. . Herkese devlet memurluğuna girme hakkı tanındı. . Malîgüce göre vergi alınması ilkesi kabul edildi. . Konut dokunulmazlığı sağlandı.
. Kimsenin kanunla bağlı olduğu mahkemeden başka bir mahkemeye gitmeye zorlanamayacağı hükmü kabul edildi.
. Müsadere, angarya ve işkencenin yapılamayacağı yasallaştı.
II. Meşrutiyet Anayasası
(I. Meşrutiyet Anayasası'na eklenen maddeler)
.Kanun dışı tutuklama yasaklandı.
.Postanelere verilen evrak ve mektuplar mahkeme kararı olmadan açılamayacağı esası kabul edildi.
.Toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğü tanındı.
.Dernek kurma hakkı tanındı.
.Basın hürriyeti çerçevesinde: basının hiçbir suretle ön denetime tabi tutulamayacağı esası kabul edildi.
.Padişaha tanınan sürgün etme yetkisi kaldırıldı.
XIX. yüzyılın başlarından itibaren adli alanda düzenlemeler yapılmasına rağmen nitelikli eleman ihtiyacını karşılamayı amaçlayan okullaşma geç başlamıştı. Adliye teşkilatında yaşanan nitelikli eleman sıkıntısını çözmek amacıyla 1875'te "Galatasaray Sultanisi"nin bir şubesi olarak "Mekteb-i Hukuk-i Sultani" kuruldu. Bu okulun kapatılmasından sonra, 1880'de Mekteb-i Hukuk adıyla yeni bir okul açıldı. Günümüzdeki İstanbul Üniversitesi'ne bağlı hukuk fakültesinin temelini oluşturan bu okulun kuruluş amacı Batı hukukunu bilen hâkim ve avukat yetiştirmekti. Adli teşkilatlanmada eğitim almış uzman kişiler yetiştirilmişse de mezun öğrenci sayısının azlığından dolayı tam olarak ihtiyacı karşılayamamıştır.